SİYASET FELSEFESİNİN KONUSU



“Politika aslında tüm insanların mutlu olması için; hiç değilse, insanlara aman vermeyen türlü mutsuzlukları en aza indirgemek için bir araçtır. Gel gör ki, politika insanları bir araç diye kullanmaktan, çok kez mutsuzluğu arttırmaktan bir türlü vazgeçmiyor.”

NERMİ UYGUR

 
   İnsanoğlu ilkel yaşamdan kurtulup uygar toplum aşamasına geçmesiyle birlikte, yani kaba bir hesapla, günümüzden altı bin yıl önce siyasal kavramları kullanmaya başlar. Ardından Çin, Hint, Mısır, Mezopotamya toplumlarında siyasal egemenlik tartışma konusu yapılır. Örneğin, daha İÖ. 1200 yıllarında Çin’de Konfüçyüsçü kaynaklar, tufan ve açlık yıllarından sonra yaşanan bir altın çağdan ve tanrısallığın kişileşmiş biçimi olan adaletli ve güçlü bir imparatorun siyasal örgütlenmesinden söz eder. (1) Ancak, bu dönemde sözü geçen tüm siyasal kavramlar dönemin dinsel inancının bir uzantısı durumundadır ve daha ortada dinden arınmış bir siyasal düşünce yoktur.

   Atina’da sistemli felsefe dönemini başlatan Platon’la birlikte, siyasete ilişkin sorunlar ve bir toplum için en yetkin siyasal düzenin kurulup kurulamayacağı sorusu, artık felsefenin bir dalı haline gelen siyaset felsefesi içinde tartışılmaya başlanır. İnsanın siyasal bir varlık olarak ele alınması, siyasal ilişkiler, yapı ve kurumlar içinde yorumlanması felsefenin başlıca ilgi alanlarından biri olur. Aristo da siyaseti insana ilişkin eylemlerin en kapsamlısı olarak görüp, insanı “zoon politikon-politik hayvan” olarak tanımlar. Siyaseti pratik açıdan en üstün bilim olarak gören Aristo, bu anlamda, siyasal bilimin de kurucusu sayılacak, fakat siyaset ancak 18. yüzyılda felsefeden bağımsız bir bilim dalı olarak karşımıza çıkabilecektir.

   Siyaset ve politika sözcükleri Arapça ve Yunanca kökenli sözcükler olarak dilimizde aynı anlamda kullanılıyor. “Politika”nın sözlük karşılığı site (polis) ile ilgili işlerin yürütülmesi demek… “Siyaset” sözcüğü ise “seyislik” yani at bakıcılığı kökünden geliyor. Politik suçların cezası at yarışlarının yapıldığı geniş alanlarda, yüzlerce kişinin önünde verildiği için, “siyaset” sözcüğü bizde genellikle olumsuz bir anlam içeriyor… Yüzlerce yıl monarşiyle yönetilmiş Türk toplumlarında politika yapmak yalnızca yöneticilere ilişkin bir uğraş olarak görülmüş… Halk kitlelerinin devlet yönetiminde hiç söz hakkı yok. Yönetimi eleştirenlerin, devlete karşı gelenlerin at meydanlarında başı kesiliyor…

  Siyaset kavramı, bireyler arasındaki günlük ilişkilerden, en üst düzeyde toplumsal örgütlenmelerin çok çeşitli ilişkilerini de içine alan geniş kapsamlı bir kavram olduğundan, siyasal bilimciler bu kavramın herkesçe benimsenen bir tanımını yapamıyorlar. Bu yüzden de farklı tanımlamalar çıkıyor karşımıza. Örneğin, bir tanıma göre siyaset, “devleti yönetme ve diğer devletlerle olan ilişkilerine yön verme sanatına ilişkin olan her şeyin bilgisi”dir. Ancak, böyle bir tanım siyaset olgusunu salt devlete indirgemekte ve siyaseti devleti araştırma çabalarıyla sınırlandırmakta, üstelik devlet örgütünün oluşmasından önce yaşamış olan toplumlarda siyaset kurumunun olmadığını da düşündürmektedir. Oysa, devlet öncesi toplumlarda da insanlar, kurumsallaşmış biçimde olmasa da, siyasal ilişkiler içindedirler.

   Bir başka anlayışa göre siyaset, toplumda yaşayan insanlar arasındaki düşünce, çıkar ve eğilim farklılıklarının yarattığı çatışmadan doğar. Çatışmanın asıl konusu da toplumdaki değerlerin paylaşılmasıdır. Çatışmanın yöneldiği amaç iktidarın ele geçirilmesi ve onun sağladığı olanaklardan yararlanmaktır. (2) Bu tanıma karşı çıkanlar ise, siyasetin salt bir çatışma ve kavga olmadığını, onun temel amacının, özel çıkarlara karşı genel çıkarları gözeterek, toplumu oluşturan bireylerin ortak iyiliğini gerçekleştirmek olduğunu savunurlar.Oldukça iyimser bir yaklaşımla, siyaseti tüm insanların yararına olan bir düzen kurma çabası olarak nitelerler.

   Siyaseti tanımlamanın güçlüğünü kavradıktan sonra, karşımıza çıkan farklı tanım girişimlerinden yararlanarak, siyaset kavramının hem çıkar çatışmasını ve iktidar kavgasını içerdiğini, hem de bu çatışmanın bir uzlaşıma vararak, çoğunluğun yararına olabilecek bir düzen yaratma çabası olduğunu söyleyebiliriz. İnsanların toplum halinde yaşamasının ürünlerinden biri olan siyaset olgusu, felsefenin ilgi alanına girince, artık kendine özgü bir nitelik kazanır ve felsefe siyaseti diğer toplumsal kurumlarla karşılıklı bir etkileşim ilişkisi içinde değil, kavramsal düzeyde ele alır. Her filozof kendi felsefe sistemine uygun olarak siyaset kavramını irdeler, tüm insanlık için en yetkin bir siyasal düzenin var olup olamayacağını, böyle bir düzen varsa bile koşullarının neler olabileceğini ortaya koymaya çalışır.

   İşte biz bu bölümde siyaset felsefesinin temel kavramlarını ele alıp irdelemeye çalışacağız. İlk tartışma konumuz da “Toplumsal Düzenin Gerekliliği ve Devlet” olacaktır…
………………………………………………………….

NOTLAR:

(1) “Siyasal Düşünceler Tarihi” – Jacob Ben-Amittay – Çev. Mehmet Ali Kılıçbay-Levent Köker- Savaş Yayınları, Ankara 1983
(2) “Politika Bilimine Giriş” – Münci Kapani, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları-Ankara 1978
Feridun ORHUNBİLGE
Emekli Felsefe Öğretmeni

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder