“Nasılsa yaprakların soyu, öyledir insanlarınki de,
yel, yere saçtığında yaprakları,
başkalarını orman tomurcuklanıp yaratır,
yeniden bahar gelince….
Böyledir insanların soyu da:
Biri yeşerir, öteki solar.”
HOMEROS
yel, yere saçtığında yaprakları,
başkalarını orman tomurcuklanıp yaratır,
yeniden bahar gelince….
Böyledir insanların soyu da:
Biri yeşerir, öteki solar.”
HOMEROS
Felsefeye belli bir başlangıç noktası koymak ve felsefe şu, ya da bu çağda başladı demek, gereksiz bir zorlamadan başka bir şey değil. Öncelikle felsefeye konu olan çok çeşitliliği, insanın düşünmeye başladığı anda felsefi düşünmenin de doğduğu kanısını uyandırıyor. Belki bugünkü anlamda bir felsefi düşünüş, her türlü dinsel inançtan, dogmadan arınmış, salt bilmek için bilmek, açıklamış olmak için açıklamak amacını taşıyan felsefi düşünce, ya da felsefi söylem değil bu… Ama yine de “Evrenin nasıl var olduğu, insan yaşamının anlamı ve amacı” gibi temel felsefi soruları, önce dinsel anlatılarla, destanlarla ve mythoslarla anlatmaya çalışıyor insanoğlu… Batılı felsefe tarihçilerinin çoğu kez Batı Anadolu’da İon sitelerinde başlattığı felsefi düşüncenin köklerini çok daha eski dönemlere, Hint, Çin, Sümer söylencelerine kadar geri götürmek olası… Örneğin, Thales’i felsefenin kurucusu saymamıza yol açan evrenin temel ilkesini suya bağlayan açıklaması, daha Sümer söylencelerinde dile getirilmiş.-Zaten Tarihçi Herodotos, Thales’in, Fenike kökenli Rahip Kral Kadmos’un soyundan gelen Thelidai klanından olduğunu söylüyor.- Su Tanrısı Enki’nin gök teknesinden söz eden Sümerler bu arada bir de varlık sınıflamasını gerçekleştirebiliyor. Felsefenin doruğa ulaştığı dönem olarak nitelenen Antik Yunan düşünce dönemi, söylencelerden yola çıkarak bir felsefi söyleme ulaşabiliyor. F.m Cornford “Dinden Felsefeye” isimli eserinde, ilk Yunan düşünürlerinin görüşlerini, Yakın Doğu’nun eski dinleri üstüne oluşturduğunu savunuyor. (1) Aslında Yunan mythoslarının, Doğu söylencelerinden özce büyük bir farklılık taşıdığı da söylenemez. Kaldı ki, mitolojik öğretiler salt Yunan’a özgü de değil… Örneğin, Sümerler’de, Babilliler’de, Yahudiler’de Persler’de ve eski Türkler’de mitolojinin çeşitli örnekleriyle karşılaşabiliyoruz. Çoğu kez de Yunan mythoslarıyla Doğu mythosları arasında büyük benzerlikler göze çarpıyor. Cornford aynı eserde, Sümerli bir bilgenin, yaklaşık İÖ. 1800 yıllarından bu yana bilinen “Enuma elish” mythosu ile, yaklaşık İÖ. 1700 yıllarında yaşamış olan Yunanlı Hesiodos’un “Theogonia” sının ortak özellikler taşıdığını ve “Thegonia”nın aslında Mezopotamya mythosunun değişik biçimi olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Gerçekten, Aristoteles’in ilk theologlar adını verdiği eski Helen mythoslarının yazarları da tıpkı doğulu meslektaşları gibi, çoğu kez dünyayı başlıngıcında bir “khaos” olarak niteleyerek, dünyanın oluşumuyla tanrıların oluşumunu bir tutuyorlar. Örneğin, “Enuma elish”de de , “Thegonia”da da evrenin önce bir “khaos”, -bir uçurum gibi açılan boşluk, biçimsiz bir gök, kısaca düzensizlik ve kargaşa olduğu dile getiriliyor. Ardından da Tanrılar belirli bir sıra içinde ortaya çıkıyorlar.
Sümer mythosunda kaosun ve Tanrıların doğuşu şöyle anlatılıyor:
“…Ve her şey daha sularla karmakarışık iken,
Ortada hiçbir kara, hatta bir bataklık bile görünmezken,
Daha Tanrılardan hiçbiri ortaya çıkmamışken,
Hatta adları verilip kaderleri belirlenmemişken
İşte tam o zaman doğuranlar arasında Tanrılar yaratıldı”
Ortada hiçbir kara, hatta bir bataklık bile görünmezken,
Daha Tanrılardan hiçbiri ortaya çıkmamışken,
Hatta adları verilip kaderleri belirlenmemişken
İşte tam o zaman doğuranlar arasında Tanrılar yaratıldı”
Hesiodos da “Thegonia”sında şöyle diyor:
“…Söyleyin bunlardan hangisi önce meydana geldi?
Gerçekte Khaos’du en önce meydana gelen, sonra da
Geniş göğüslü toprak her şeyin daima sağlam durağı
Ve Eros, en güzeli olan ölümsüz Tanrıların…”
Gerçekte Khaos’du en önce meydana gelen, sonra da
Geniş göğüslü toprak her şeyin daima sağlam durağı
Ve Eros, en güzeli olan ölümsüz Tanrıların…”
Gerek Sümer, gerekse Yunan mythoslarında , khaos’dan şaşmaz bir sırayla önce Tanrılar doğuyor ve Tanrıların doğurduğu toprak, ondan da temel varlıklar, gök, dağlar ve deniz…Böylece var oluş, khaos’dan kosmos’a, düzensizlikten düzene sürüp gidiyor. Mythoslarda, kuşkusuz ilk yaratıcı olarak Tanrılardan söz edilmekte. Fakat burada asıl önemli olan, evrenin ve varlığın oluşumundaki nedenselliğin kavranması ve her şeyin bir ilk nedene bağlanmak istenmesidir. O dönem insanının düşünce dünyasında bu ilk neden, insana benzeyen ve insan gibi yaşam süren, dövüşen, sevişen, kin güden Tanrılar oluyor. Eski dinlerin önemli bir özelliği de bu: iyimserlik ve dünyaya bağlılık… Mısırlıların da, Asurluların da, Yahudilerinde, Yunanlıların da dinsel inançları dünyasal sorunlara yanıt verebilecek durumda. (2) O dönemin insanı için yeterli ürüne, kadına, köleye sahip olmak mutlu olmak için yeterli. Yeterinden çok malı, kadını, kölesi olanlar doyuma ulaşınca da bu dünyadan kaçma, düşsel bir dünyaya sığınma eğilimi ağır basıyor. Bunlardan yoksun olanlar da sonsuz mutluluğu başka dünyalarda arıyor. Evrensel Ruh’a, idealar dünyasına sığınma duygusu ağır basıyor. Düşünce de bu doğrultuda yoğunlaşıyor kuşkusuz. Dinlerin sonsuz mutluluğu önerdiği öbür dünya/cennet anlayışından, Platon’un her şeyin üstünde gördüğü başlangıcı ve bitimi olmayan bir idealar dünyasına geçiliyor.
Eleştiriye, tartışmaya dayanmayan, özgür düşüncenin yerine dinsel inançların konduğu Doğu düşüncesi, sanki felsefeye bir hazırlık gibi… Gerçek anlamda felsefenin başlangıcı olarak nitelenen İon düşüncesinden çok önce, yaklaşık İÖ. 1500-1000 yıllarında, Hint uygarlığını kuran Aryalar’ın Brahmanizm inancında da evrenin ve varlığın kökeni ile ilgili görüşlerle karşılaşabiliyoruz. Örneğin, Brahmanizm dininin ilkelerini içeren ve Tanrılar katından geldiğine inanılan dinsel yazınları Veda’larda anlatılan Tanrılar, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten varlıklardır ve kendilerine bağlı olanlara dostça davranırlar. “Baba Tanrı” anlamına gelen”Pracapati” (önceleri bu söz tüm Tanrıları kapsayan genel anlamda kullanılmış, sonraları öteki Tanrılardan farklı bir kişilik kazanarak tek Tanrı anlayışının simgesi olmuştur.) kendini sayısız parçalara böler ve bu parçacıklar bütünlüğünü yitirmeden evreni kendi özünden oluşturur. (3) Böylece Brahmanizm evrenin her parçacığında Tanrıyı gören bir panteizme dönüşür.Uzun bir süre kulaktan kulağa iletilerek ezberlenen ve daha sonra dört kitapta toplanan ilahiler ve dualar topluluğu olan Vedalar, evrene, doğaya ve Tanrılara ilişkin gizli bilgileri içermekte ve bu bilgileri ele geçiren kimse bunlar aracılığıyla tanrısal güçlere de egemen olmaktadır. Böylece Hindistan’ın kapalı kast sistemi içinde, beyaz ırkın Arya kolundan gelen Brahmanlar, bu bilgilere sahip kimseler olarak toplum içinde en üstün ve ayrıcalıklı kastı oluştururlar. Kazandıkları toplumsal güç ve ayrıcalık onları kralların ve soylu savaşçıların da üstüne çıkarır.
Hindistan’da İÖ. 800 yıllarında tamamlandığı sanılan “Upanişad’lar/Gizli Öğretiler” dinsel bir temele dayanmaz ve daha çık toplumda bilge/ermiş sayılan, saygı gören insanların ürünüdür. Buda öğretisinin de bu öğretilerden etkilendiği ve bir açıdan da Upanişad’ların ardılı olduğu da bir gerçek… Çoğu, bilge ve ozan olan kişilerin birbiriyle bağlantılı olarak yarattığı ortak düşüncenin eseri olan bu ürünler ortak bir temelde birleşiyorlar. Bu temel görüş şöyle özetlenebilir: “Var olan şeyler değişik görünümler sergileseler de, Tek olan ve hep aynı kalan bir özü paylaşıyorlar. Bu nedenle de Bir’lik ve bütünlük içinde olan evrenin bize çokluk ve çeşitlilik olarak gözükmesi bir yanılsamanın sonucudur.” (4) Bu görüş, Eski Yunan düşüncesinde Elealı Zenon’dan (İÖ. 5. yüzyıl), İskenderiye-Roma okulundan, Yeni Platon’cu Plotinos’a (204-269), oradan da İslâm tasavvufuna uzanan bir zincir oluşturarak, sonraki dönemlerin düşünce yaşamını belirliyor.
Öyleyse, felsefenin birden yanan bir ışık gibi İlkçağ Yunan sitelerinde doğduğunu söylemek bir aymazlıktan başka bir şey değil… Kaldı ki, Batı Anadolu site devletlerinde, özellikle de İonia’da yaşayan insanların Yunan kökenli olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu… Felsefi düşünme Anadolu, Mezopotamya, Fenike söylencelerinden, Yunan mythoslarından, Hint, İran ve Çin dinlerinden beslenerek gelişiyor. Ama, özgür düşünen, salt bilmeyi amaçlayan, dinsel inançlardan ve mitolojiden arınmış kuramsal bilgi türü olan felsefenin ve gerçek anlamda bilge/filozof tipinin ilk örnekleri İonia’nın kıyı kentlerinden birinde/İzmir’in güneyinde Miletos’da karşımıza çıkıyor…
Eleştiriye, tartışmaya dayanmayan, özgür düşüncenin yerine dinsel inançların konduğu Doğu düşüncesi, sanki felsefeye bir hazırlık gibi… Gerçek anlamda felsefenin başlangıcı olarak nitelenen İon düşüncesinden çok önce, yaklaşık İÖ. 1500-1000 yıllarında, Hint uygarlığını kuran Aryalar’ın Brahmanizm inancında da evrenin ve varlığın kökeni ile ilgili görüşlerle karşılaşabiliyoruz. Örneğin, Brahmanizm dininin ilkelerini içeren ve Tanrılar katından geldiğine inanılan dinsel yazınları Veda’larda anlatılan Tanrılar, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten varlıklardır ve kendilerine bağlı olanlara dostça davranırlar. “Baba Tanrı” anlamına gelen”Pracapati” (önceleri bu söz tüm Tanrıları kapsayan genel anlamda kullanılmış, sonraları öteki Tanrılardan farklı bir kişilik kazanarak tek Tanrı anlayışının simgesi olmuştur.) kendini sayısız parçalara böler ve bu parçacıklar bütünlüğünü yitirmeden evreni kendi özünden oluşturur. (3) Böylece Brahmanizm evrenin her parçacığında Tanrıyı gören bir panteizme dönüşür.Uzun bir süre kulaktan kulağa iletilerek ezberlenen ve daha sonra dört kitapta toplanan ilahiler ve dualar topluluğu olan Vedalar, evrene, doğaya ve Tanrılara ilişkin gizli bilgileri içermekte ve bu bilgileri ele geçiren kimse bunlar aracılığıyla tanrısal güçlere de egemen olmaktadır. Böylece Hindistan’ın kapalı kast sistemi içinde, beyaz ırkın Arya kolundan gelen Brahmanlar, bu bilgilere sahip kimseler olarak toplum içinde en üstün ve ayrıcalıklı kastı oluştururlar. Kazandıkları toplumsal güç ve ayrıcalık onları kralların ve soylu savaşçıların da üstüne çıkarır.
Hindistan’da İÖ. 800 yıllarında tamamlandığı sanılan “Upanişad’lar/Gizli Öğretiler” dinsel bir temele dayanmaz ve daha çık toplumda bilge/ermiş sayılan, saygı gören insanların ürünüdür. Buda öğretisinin de bu öğretilerden etkilendiği ve bir açıdan da Upanişad’ların ardılı olduğu da bir gerçek… Çoğu, bilge ve ozan olan kişilerin birbiriyle bağlantılı olarak yarattığı ortak düşüncenin eseri olan bu ürünler ortak bir temelde birleşiyorlar. Bu temel görüş şöyle özetlenebilir: “Var olan şeyler değişik görünümler sergileseler de, Tek olan ve hep aynı kalan bir özü paylaşıyorlar. Bu nedenle de Bir’lik ve bütünlük içinde olan evrenin bize çokluk ve çeşitlilik olarak gözükmesi bir yanılsamanın sonucudur.” (4) Bu görüş, Eski Yunan düşüncesinde Elealı Zenon’dan (İÖ. 5. yüzyıl), İskenderiye-Roma okulundan, Yeni Platon’cu Plotinos’a (204-269), oradan da İslâm tasavvufuna uzanan bir zincir oluşturarak, sonraki dönemlerin düşünce yaşamını belirliyor.
Öyleyse, felsefenin birden yanan bir ışık gibi İlkçağ Yunan sitelerinde doğduğunu söylemek bir aymazlıktan başka bir şey değil… Kaldı ki, Batı Anadolu site devletlerinde, özellikle de İonia’da yaşayan insanların Yunan kökenli olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu… Felsefi düşünme Anadolu, Mezopotamya, Fenike söylencelerinden, Yunan mythoslarından, Hint, İran ve Çin dinlerinden beslenerek gelişiyor. Ama, özgür düşünen, salt bilmeyi amaçlayan, dinsel inançlardan ve mitolojiden arınmış kuramsal bilgi türü olan felsefenin ve gerçek anlamda bilge/filozof tipinin ilk örnekleri İonia’nın kıyı kentlerinden birinde/İzmir’in güneyinde Miletos’da karşımıza çıkıyor…
…………………………………………………………………………….
NOTLAR:
(1) “Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler İlk Filozoflar” – George Thomson- Çev. Mehmet H. Doğan- Payel Yay. İst. 1988
(2) “Buda ve Öğretisi”- İlhan Güngören- Onur Basımevi İst. 1981
(3) “Zen Budizm, Bir Yaşama Sanatı” - İlhan Güngören- İst. 1978
(4) “Buda ve Öğretisi” – İlhan Güngören A.g.y
NOTLAR:
(1) “Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler İlk Filozoflar” – George Thomson- Çev. Mehmet H. Doğan- Payel Yay. İst. 1988
(2) “Buda ve Öğretisi”- İlhan Güngören- Onur Basımevi İst. 1981
(3) “Zen Budizm, Bir Yaşama Sanatı” - İlhan Güngören- İst. 1978
(4) “Buda ve Öğretisi” – İlhan Güngören A.g.y
Feridun Orhunbilge
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder