NIETZSCHE’DEN “TARİH ÜZERİNE”


“Üst-insan örmüştür tarihin kumaşını… Onlar çekmiştir
tarih dokusuna can ipliğini…İnsan soyunun durmadan
uzayan ana ilmikleridir o yüce başlar”

Nietzsche

   “Etkinliğimi arttırmadan, ya da doğrudan doğruya canlandırıp (yaşamıma)bir şey katmadan bana yalnızca bilgi veren her şeyden nefret ediyorum.”

   Nietzsche, tarihi felsefi açıdan irdelediği “Tarih Üzerine” isimli eserine Goethe’den aldığı ve bir yaşam ilkesi edindiği bu deyişle başlar ve şöyle sürdürür sözlerini: “Neden canlılık yaratmayan bir öğretme, neden etkinliği uyuşturan bir bilim ve neden anlama yetisi için pahalı bir fazla bilgi ve lüks olarak görünen tarih bize gerçekten nefret edilmesi gereken bir şey olarak görünmektedir?” Ve şöyle yanıtlar kendi sorusunu: “Çünkü, yaşam için en zorunlu olan, bizde henüz eksik de ondan. Elbette tarihe gereksinimimiz var. Ama bu gereksinim, bilgi bahçesinde başıboş dolaşan, kendini beğenmiş sorumsuzların gereksinimlerinden başka türlü bir gereksinmedir. Bizim yaşama, eyleme ve yaratma için tarihe gereksinimimiz var. Yaşamdan ve eylemden yüz çevirmek için değil. Hele bencil yaşamaların,alçakça davranışların ayıbını örtmek için hiç değil. Tarih ancak yaşama hizmet ettiği ölçüde biz de ona hizmet etmek isteriz.”

   İnsan hayvana şunu sorur: “Sen neden kendi mutluluğundan söz etmezsin ve bana öyle bakar durursun?” Hayvan yanıt verebilseydi şöyle derdi: “Çünkü ben söylemek istedim şeyi her zaman unuturum.” Hayvan bu yanıtı da unutmuştur ve susar, öylece bakar insana… Oysa insan unutmayı öğrenmiştir ve hep geçmişine bağımlıdır. Ne kadar hızlı koşarsa koşsun,geçmişin zincirleri her zaman onunla birliktedir. İnsan “anımsıyorum…” der ve her zaman unutan, bu yüzden de geçmişi olmayan hayvanı kıskanır.Hayvan tarihsiz yaşar. Çünkü o hep şimdiki zamandadır. Oysa insan geçmişin her zaman büyük ve sürekli olarak da büyüyen ağırlığın altında tutukludur.İnsan tarihe tutukludur ve bu ağırlık onu ezer, belini büker, onun kendi yolunda ilerlemesini güçleştirir. İnsan bir tarih varlığıdır, üç boyutlu bir zaman içindedir. Geçmişin derinliğinde kökleri vardır. “Bir insanın iç varlığı ne denli güçlü kökler taşırsa, geçmiş onu o ölçüde tutar…iter, baskıya alır.” Geçmişten geleceğe doğru giden kesintisiz bir yaratma akışı, bir başarılar dizisi olan tarih içinde insan, yaratıcı, yapıcı ve atılımcı olmayanı, salt yığınları, sıradan insanı ilgilendireni unutmalıdır. Gerçek anlamda bir tarih varlığı olan, yaratıcı ve geliştirici “üst-insan” salt yığınları ilgilendiren olayları anlatan tarih anlayışları karşısında tarih-dışı kalmalıdır.İnsanın tarih-dışı kalması demek, kendisini hayvana yakışan bilinçsiz eylemlerden, doğanın çizdiği yoldan yürümeyi gerektiren sınırlamalardan bilinçli olarak koparması ve eylemlerini bilinçle aydınlatması demektir.Çünkü, değişmeyen belli doğa verileriyle, düşünce ürünleriyle, inanç varlıklarıyla sınırlanan nesne yalnızca hayvandır ve hayvanın tarihi olamaz. Çünkü, hayvan yalnızca şimdiyi yaşar ve onun ne geçmişi, ne de geleceği vardır. Hayvan tek boyutlu bir zaman içinde var olduğu halde, insan bilinçli bir tarih varlığıdır. Sürekli olarak gelişen ve kendini besleyerek yenilenen bir özün taşıyıcısıdır. İnsan, gereksizi attığı, yararsızı, geliştirici olmayanı, katılaşıp kalıplaşanı kendi özgür iradesiyle terk ettiği için tarihin yapıcı ve yaratıcı bir öğesi olarak kalmayı bilir. Tarih, büyük yaratmaların, uygarlığın özünü kuran geliştirici ilkelerin, insanı aşamalı olarak başarının doruğuna ulaştıran girişimlerin, kendi varlığında evrenin yaratıcı özünü dile getiren “üst-insan”ın bilimidir. Zaten tarihin asıl konusu da, çağını aşan, geleceğe uzanan, insanlığı yaratıcı gücünün verileriyle aydınlığa kavuşturan “üst-insan”dır. Çünkü, böyle insanlar çağları aşar, insan yığınlarının üstüne çıkar. Zaten sıradan insanlar “üst-insan”ın gelişmesi için tüketilmesi gereken sıradan kırıntılardır Nietzsche’nin gözünde…“Bir yontunun yaratılmasında, mermeri yontan, yere pek çok parçalar, kırıntılar döken yontucunun en büyük yapıtını biçimlendirmek, yaratmak için yaptığı neyse, doğa da üst-insanı yaratmak için öteki bireyleri birer araç, gereç olarak kullanır.” Üst-insan bakışlarıyla, görüşleriyle tüm insan soyunu kuşatır ve onun içeriğini bir bütünlük içinde kavrar. “Üst-insan” hem çağının anlamıdır, hem de bu niteliğiyle tarihin konusu ve tarihin kendisidir.

   Nietzsche üç tarih anlayışından söz eder: “Anıtçı Tarih” dediği tarih türü, yalnızca geçmişi, kaba halk yığınlarını ve bu yığınlarla sağlanan başarıları anlatır. Oysa, tüm bunlar olup bitmiş ve bir yerde durmuştur. Böyle bir tarih yaratıcı insana hiçbir şey vermez. “Eskiçağcı Tarih”in konusu, eski çağ olayları, eski eserler ve eski yaratmalardır. Onları anlatmaktan, sıralamaktan öte geçmez. Derine, öze, yaratıcı olana inmez. Gerçek anlamda tarih ise “Eleştirici Tarih”tir. Olayları değil, olayların ana nedenlerini, yüzeyseli değil, özü anlatır böyle bir tarih… Bu tarih kopmayan, bir yerde durup kalmayan, kendi içinde gelişip yenilenen, evrene ve insanlara ışık saçan bir eylemin, tükenmeden yaratan bir atılımın, üst-insanın gücünün bitmeyen oluşumunun anlatımıdır. Duranın, kalıplaşıp kalanın tarihi olmaz. Eyleme geçenin, yaratanın, içinden gelen itici bir güçle evrene açılanın tarihi olur. Tarihi güçlü insan yapar. Güçlü insan yaratıcı insandır. Yarattığı sürece kendi gücünü sezen, gücü kendinde duyumsayan insandır. Böyle insanlar çağları birbirine bağlayan yaratma birikimleridir. Tarih de böylesi varlıkların birbirleriyle kurdukları sürekli bağlantıyı çözümleyen, anlamını gözler önüne seren bir bilimdir. Tarihi öğrenmek demek de, geçmişin tükenmeyen yaratıcılığını, onu sürdüren akışı öğrenmek demektir. Olup biteni, duranı, saplanıp kalanı öğretmenin insana hiçbir yararı yoktur. Yalnızca geçmişi ayakta tutan, yaratan başları, başarı doruklarını öğrenmek yararlı ve gereklidir güçlü ve yaratıcı bir insan için… Çünkü, çağların insanları dilimleyen, didikleyen azgın dişleri arasından böylesi kişiler kurtulmuştur yalnızca… Onlar örmüştür tarihin kumaşını… Onlar çekmiştir tarih dokusuna can ipliğini… İnsan soyunun boyuna uzayan ana ilmikleridir o yüce başlar… Tarihi yaratan ve aynı zamanda kendileri tarih olan böylesi insanlar, “yüce dağlardan gümbürtülerle dökülen azgın ırmaklar gibi, çağlardan çağlara gürüldeye gürüldeye akarlar. Yeşil bir ışık gibi fışkırır onların kıyılarında uygarlık ürünleri, insan başarıları…”

   Tarih bir yaratma ürünüdür. Ya tarihi anlamak?... Tarihi anlamak da yaratıcı olmaya bağlıdır. Bu da üst-insanın işidir ancak. Sıradan insanın, yığınların üstündedir tarih…Bu nedenle, tarihi yalnızca “anlayan ve düşünen” yazar. Tarih güçlü insanın işidir. Geçmişin tüm doruklarını, yaratıcı güçlerini kuşatan tarih, dar görüşlü yaratıkların, sıradan insanın anlayacağı ölçüde sığ ve yavan değildir. Çünkü, “geçmişi yargılama hakkı, yalnızca geleceği yapmayı bilenindir”.


 
Feridun ORHUNBİLGE
Emekli Felsefe Öğretmeni

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder